Sabah, 24 saatten daha kısa zaman sonra öleceğim. Üstelik bu ölüm, ecelle gelmiyor.
Başka
insanların kararıyla ve yine onların elleriyle öleceğim. Bunun bilincinde olmak
beynimde sürekliliği olan sesleri susturdu.
Lakin
bambaşka sesleri de beraberinde getirdi.
Şimdiye
kadar neler yapmıştım?
Bana
bahşedilen bu ömrü nasıl değerlendirmiştim?
Geldiğim
nokta neredeydi?
Buraya
gelene kadar neler hissetmiştim?
Ve birden
nasıl da gidiyordum?
Gidişleri
hiç sevmezdim ama kendi gidişim beni daha da irite etmişti.
Bunu nasıl
kabullenecektim, benimsemek nasıl mümkün olabilirdi?
İnsan kendi
ölümünü sevebilir miydi?
İmkansıza hiç inanmamıştım, ama ölecek olmam imkansız
gibi geliyordu.
Bu ruh
halinden kurtulmam lazımdı. Bir şeyler yapmalıydım. Son kez hissetmeli,
defalarca ağlamalıydım.
Pişmanlığı
çok olan biri kesinlikle değildim bu benim için artıydı. Keşkelerim yok denecek
kadar azdı. Acabalarım ise çoktu.
Meraklıydım
ve merak edecek vaktim kalmamıştı.
Hayatımın en
büyük elvedasıyla karşı karşıyaydım.
Kendime veda
edecektim.
Bu
düşünceyle çömeldiğim yerden kalktım. Bulunduğum hücrede kırık bir ayna vardı.
Karşısına
geçip bir süre kendimi seyrettim.
Uzun süredir
kimse beni izlememişti. Bana göz ucuyla bile bakmamıştı. Çürüyecek olan bu
beden hala canlıyken görülmeyi hak ediyordu.
Kimsem yoktu
ve kendim gördüm.
Şimdiye
kadar kimsesiz olmak beni rahatsız etmezdi. Kimsesiz olmayı,kimse olmayı
severdim.
Ancak şu an
keşke birileri olsaydı.
Saatim yoktu
ama zaman geçiyordu, biliyordum.
Saatim
yokken zaman dursaydı eminim hiçbir zaman saatim olmazdı.
Zamanla aram
hiç iyi olmamıştı. Geç kalmakla meşhur biriydim.
Bu hücrede
en çok bunu severdim.
Zaman
kaygım, yetişmem gereken bir şey yoktu.
Şimdiyse
ölüme yetişiyordum.
Beynimi en
çok kurcalayan şey, bir daha hissedemeyecek olmamdı.
Bunu
düşünürken ağlamaya başladım, ağlıyor olmama sevinip kahkaha atmaya başladım.
Kahkaha
atarken tiz sesimi duyup sinirlendim. Ölmeden önce halime bakıp kendime acıdım.
Çok az
vaktim kalmış gün ağarmaya başlamıştı.
Biliyordum
birazdan beni almaya geleceklerdi ve temelli gidecektim.
Yastığımın
altında çok önceleri sevdiğim birinin solgun, eski bir fotoğrafı vardı.
Bilmediğim,
hatırlamadığım bir zamanda bakmıştım en son.
Çıkarıp
baktım.
Bir
fotoğrafa belki milyonuncu kez aşık oldum. Fotoğrafı yatağa bıraktım.
Hemen
ardından kapım açıldı. Görevliler alay eder gibi bakıp kafama çuvalı
geçirdiler. İçim rahattı son kez hissetmiştim.
Zamanı
gelmişti. Gidiyordum.
İnsanların
eline doğmuştum ve yine insanların elinde ölüyordum.