8 Kasım 2021 Pazartesi

İdama Gidiyorum.

 

Sabah, 24 saatten daha kısa zaman sonra öleceğim. Üstelik bu ölüm, ecelle gelmiyor.

Başka insanların kararıyla ve yine onların elleriyle öleceğim. Bunun bilincinde olmak beynimde sürekliliği olan sesleri susturdu.

Lakin bambaşka sesleri de beraberinde getirdi.

Şimdiye kadar neler yapmıştım?

Bana bahşedilen bu ömrü nasıl değerlendirmiştim?

Geldiğim nokta neredeydi?

Buraya gelene kadar neler hissetmiştim?

Ve birden nasıl da gidiyordum?

Gidişleri hiç sevmezdim ama kendi gidişim beni daha da irite etmişti.

Bunu nasıl kabullenecektim, benimsemek nasıl mümkün olabilirdi?

İnsan kendi ölümünü sevebilir miydi?

İmkansıza  hiç inanmamıştım, ama ölecek olmam imkansız gibi geliyordu.

Bu ruh halinden kurtulmam lazımdı. Bir şeyler yapmalıydım. Son kez hissetmeli, defalarca ağlamalıydım.

Pişmanlığı çok olan biri kesinlikle değildim bu benim için artıydı. Keşkelerim yok denecek kadar azdı. Acabalarım ise çoktu.

Meraklıydım ve merak edecek vaktim kalmamıştı.

 

Hayatımın en büyük elvedasıyla karşı karşıyaydım.

Kendime veda edecektim.

Bu düşünceyle çömeldiğim yerden kalktım. Bulunduğum hücrede kırık bir ayna vardı.

Karşısına geçip bir süre kendimi seyrettim.

Uzun süredir kimse beni izlememişti. Bana göz ucuyla bile bakmamıştı. Çürüyecek olan bu beden hala canlıyken görülmeyi hak ediyordu.

Kimsem yoktu ve kendim gördüm.

Şimdiye kadar kimsesiz olmak beni rahatsız etmezdi. Kimsesiz olmayı,kimse olmayı severdim.

Ancak şu an keşke birileri olsaydı.

 

Saatim yoktu ama zaman geçiyordu, biliyordum.

Saatim yokken zaman dursaydı eminim hiçbir zaman saatim olmazdı.

Zamanla aram hiç iyi olmamıştı. Geç kalmakla meşhur biriydim.

Bu hücrede en çok bunu severdim.

Zaman kaygım, yetişmem gereken bir şey yoktu.

Şimdiyse ölüme yetişiyordum.

 

Beynimi en çok kurcalayan şey, bir daha hissedemeyecek olmamdı.

Bunu düşünürken ağlamaya başladım, ağlıyor olmama sevinip kahkaha atmaya başladım.

Kahkaha atarken tiz sesimi duyup sinirlendim. Ölmeden önce halime bakıp kendime acıdım.

 

Çok az vaktim kalmış gün ağarmaya başlamıştı.

Biliyordum birazdan beni almaya geleceklerdi ve temelli gidecektim.

 

Yastığımın altında çok önceleri sevdiğim birinin solgun, eski bir fotoğrafı vardı.

Bilmediğim, hatırlamadığım bir zamanda bakmıştım en son.

Çıkarıp baktım.

Bir fotoğrafa belki milyonuncu kez aşık oldum. Fotoğrafı yatağa bıraktım.

Hemen ardından kapım açıldı. Görevliler alay eder gibi bakıp kafama çuvalı geçirdiler. İçim rahattı son kez hissetmiştim.

Zamanı gelmişti. Gidiyordum.

İnsanların eline doğmuştum ve yine insanların elinde ölüyordum.